Kategoriler
Tarih

Kût’ül-Amâre Zaferi’nin Muzaffer Komutanı: Halil Kut Paşa

Selamlar. Entelektüel Okur’un yeni bölümüne hoş geldiniz! Bugünkü bölümde, I. Dünya Savaşı’nın unutulmaz zaferlerinden biri olan Kût’ül-Amâre Zaferi ve bu büyük zaferin mimarlarından Halil Kut Paşa’yı ele alacağız. Hazırsanız, tarih sayfalarını aralayalım!


Kut’ül Amare Zaferi: İstanbul Beşiktaş’ta Başlayan Serüven

Halil Bey, 1882 yılında İstanbul-Beşiktaş’ta doğdu. Babası Hafız Kamil Efendi, annesi Hasene Hanım’dır. Çocukluğunda asker olmak isteyen küçük Halil, bu isteğini yerine getirdi ve Mustafa Kemal Atatürk gibi 1902 yılında Harp Okulu’nu, 1905 yılında da Harp Akademisi’ni bitirdi.

Halil Kut
Halil Kut

11 Ocak 1905’te yüzbaşı rütbesi ile orduya katıldı. Aynı tarihlerde Atatürk de Şam’da bulunan 5. Kolordu Komutanlığı’nda orduya katılmıştı. İttihat ve Terakki bölümünde detaylı konuşmuştuk hatırlarsanız. Harbiye sadece bir askerî okul değildi o zaman. Türk gençlerinin birleştikleri, saf tuttukları, batıdaki havayı kokladıkları nadir yerlerdendi. Bu nadirlik, II. Abdülhamid’in baskıcı istibdat rejiminin herkesi korkutmuş olmasından kaynaklanıyordu. Halil Bey, bazı sebeplerden dolayı Yıldız Sarayı’nda yargılandı ve bunun sonucu olarak evindeki kütüphanesini kendi elleri ile yaktı.

Fakat harbiyeli cengaverler, Osmanlı topraklarının bütünlüğünden kuşku duyan yiğitler, bir şeyler yapmak uğruna harekete geçti.

İstibdat Yılları ve Kut’ül Amare Zaferi İçin Genel Durum

Mustafa Kemal, Şam’da Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni kurarken, İbrahim Temo ve İshak Sükûti’nin başını çektiği grup ise İttihad-ı Osmani Cemiyeti’ni kurdu. Bu iki cemiyete, Talat Paşa’nın kurduğu Osmanlı Hürriyet Cemiyeti de eklenmiş ve sonucunda 1908 yılında İttihat ve Terakki Cemiyeti doğmuştu. Bu cemiyetler ayrı kurulmuş olsalar da amaçları birdi:

İttihat ve Terakki
İttihat ve Terakki

Vatanın bütünlüğü ve bağımsızlığı tehlikedeydi. Tek bir amaç vardı o da vatan topraklarını koruyarak vatanın bütünlüğüne sahip çıkmaktı.

Halil Bey de arkadaşları Enver Bey ve Mustafa Kemal Bey gibi bu ortam içinde büyüdü ve vatan sevgisini yüreğinin tam ortasında taşıyordu. Hatta Halil Bey, yüzbaşı olarak mezun olup Makedonya’ya çetecilerin peşinde avlanmak üzere tayin edilince çok mutlu oldu. Adını daha genç yaşta Makedonya dağlarında duyurdu ve dikkatleri üzerine çekti.

Halil Bey Makedonya’da çetecilerin peşinde koşarken, başkentte de sular durulmuyordu. İttihat ve Terakki, 23 Temmuz 1908’de Meşrutiyet’i ilan ettirerek hem siyasete hem de iradeye hakim olduğunu gösteriyordu. Halil Bey ismini akıllara öyle bir kazıtmıştı ki İttihat ve Terakki onu sarayın güvenliğini sağlamak ve olası bir ihtilali önlemek üzere başkente çağırdı. Çok sevdiği Makedonya dağlarını aşıp bu sefer cemiyete hizmet için başkente geldi ve bir müddet burada çalıştı. Fakat Osmanlı Devleti’nin bu karışıklık durumundan faydalanmak isteyen dış devletler Trablusgarp’ta ayaklanmalar çıkardı. Hatırlasanız Mustafa Kemal de Trablusgarp’a Gazeteci Şerif sıfatı ile gönüllü olarak gitmiş ve çok sevdiği vatanına hizmet etmişti.

Halil Bey de aynı şekilde “Tüccardan Halit Muzaffer” adlı sahte pasaport ile Trablusgarp’a geçti ve burada dişe diş düşman ile savaştı.

Kut’ül Amare Zaferini Hatırlayalım

Trablusgarp tarihimizdeki en büyük acılarımızdan biridir. Mustafa Kemal Bey, Enver Bey ve Halil Kut Bey gibi isimler İtalyan mevzilerine karşı kahramanca savaştı fakat maalesef belirli sebeplerden dolayı Kuzey Afrika’daki son toprağımız olan Trablusgarp’ı da kaybettik. Bunun başlıca üç sebebi vardı: ilki donanmanın içler acısı durumda olması ve Kuzey Afrika’ya yardım götürememesi; ikincisi Mısır’ın artık bir İngiliz toprağı olması ve kara yolu ile yardım götüremememiz; ve son olarak, Balkan Savaşları’nın çıkması. Türk tarihindeki en büyük acılarımızdan biridir Trablusgarp ya da Kuzey Afrika.

Trablusgarp'a "Gazeteci Şerif Bey" kimliği ile yerel kıyafetlerle giden ve direnişi örgütleyen Mustafa Kemal Atatürk
Mustafa Kemal, “Gazeteci Şerif Bey” kod adıyla Trablusgarp’ta vatan savunmasında. (1912)

Balkanlar ise en büyüğüdür. Osmanlı’nın yegâne toprağı olan Balkanların kaybı, Türk milletinin aklında onarılamayacak yaralar açmıştır.

I. Dünya Harbi’ne Giderken ve Kut’ül Amare Zaferi

Balkanlar’ın da kaybedilmesi ile beraber Osmanlı Devleti’nin gücünün olmadığı ve kim saldırırsa bir parça koparır düşüncesi ile hareket eden itilaf devletleri Osmanlı’yı parça parça koparmak için planlarını yapıyordu. Trablusgarb ile beraber tamamen elden çıkan Kuzey Afrika, Balkanlar’ın yani Osmanlı’nın ezelden beri toprağı ve ana yurdunun kaybı I. Dünya Savaşı ile devam edecekti.

Osmanlı Devleti bunu öngörmüş ve çalışmalara başlamıştı. Sanılanın aksine Osmanlı Devleti Almanya ile ittifak yapmadan önce Fransa ve İngiltere ile görüştü ve o safta yer almak istediğini belirtti. Fakat İngiltere, Fransa ve Rusya’nın devletleri şunu çok iyi biliyordu.

”Osmanlı eski gücünde değildi. Ne alırsanız kardı ve yüksek ihtimalle Osmanlı’dan geriye hoş bir sada kalacaktı.”

Nitekim tüm bunların sonucunda Alman gemileri Goben ve Breslau limandan Türk bayrakları ile donatıldı ve isimleri artık Yavuz ve Midilli oldu. Osmanlı üçlü ittifak grubuna Rusya’nın Sivastapol şehrini bombalayarak giriş yaptı ve geri dönüşü olmayan bir döneme kapıları açtı.

Kût’ül-Amâre Zaferi ve Halil Kut Paşa’nın Önemi

Kut'ül Amare Zaferi
Kut’ül Amare Zaferi

I. Dünya Savaşı’nın kazançları ve kayıpları başka bir bölümün konusu elbette. Bugün hatırlatmak istediğim ve belki de Çanakkale’de elde ettiğimiz zafer kadar önemli bir diğer zafer olan Kût’ül-Amâre. Adından da anlayacağınız gibi Halil Kut Paşa’nın önderliğinde gerçekleşen Kût’ül-Amâre Zaferi’ni 1952 yılına kadar Türkiye’de Kut Bayramı olarak kutlamışız. 1952 yılında Türkiye’nin NATO üyesi olması ile birlikte bu kutlamalara son verilmiş. Peki neden?

İngiliz tarihçi James Morris’in, “Britanya askeri tarihinin en aşağılık teslimi” diye tanımladığı Kut’ül Amare Savaşı, yenilmez denilen İngiliz ordusunun esir düştüğü ve bitti denilen Osmanlı’nın komutanları ile birlikte dişe diş savaştığı ve sonunda galip geldiği bir savaştı. Kimse Osmanlı ordusundan bunu beklemiyordu.

Askeri belgelere göre, Halil Paşa, Osmanlı Genelkurmayına bir telgraf göndererek, siperlerin önünde görüştüğü İngiliz komutan Townshend’in “1 milyon İngiliz lirası karşılığında, 13 bin 300 kişiden oluşan ordusuyla Hindistan’a gitmesine izin verilmesini” teklif ettiğini bildirip devletin bu konudaki emrini sordu.

Osmanlı Genelkurmayından Halil Paşa’ya gelen cevapta, “Siyaseten İngilizlerin hoşuna gidecek işler yapma mecburiyetinde olmadığımız gibi, paraya da ihtiyacımız yoktur. Orduyu kamilen teslim etmek üzere yalnız Tümgeneral Townshend’e şahsen müsaade edilebilir. Bundan başka hiçbir şart kabul olunamaz.” ifadelerine yer verildi.

6. Ordu Komutan Vekili Halil Paşa, 16 Nisan’da Enver Paşa’ya geçtiği mesajda, “Mahsur Tümgeneral Townshend, ordusunu harp esiri olarak bu sabah teslim almaya başladığımızı arz eyler ve yüce muvaffakiyetini tebrik ederim.” ifadesine yere verdi.

Halil Paşa, daha sonra Başkomutanlık Vekaleti’ne gönderdiği bir başka mesajda, silahlarını gece tahrip ederek teslim olan İngiliz askerlerinin sabahtan itibaren harp esiri olarak teslim alınmaya başlandığını bildirerek, şunları kaydetti:

“Tümgeneral Townshend’in kılıcını almadım ve kendisiyle yaverinin ve 3 hizmetçisinin harp esiri olarak Dersaadet’e sevk edileceğini vadettim. Esirlerin 5 general, 277 İngiliz zabiti, 274 Hintli neferi ve 3 bin 400 gayri muharip ki toplamı 13 bin 300 küsürdür. Daha sonra dahile sevk olunmak üzere zabıtan Bağdat’a, efrad Samarra’ya sevk olunacaktır.”

Kesin Türk zaferiyle biten kuşatmanın ardından 3. Alay Komutanı Binbaşı Nazmi, Kut’taki hükümet konağına Osmanlı bayrağını dikti ve Tümgeneral Townshend’in karargahına alayın sancağını dikti.

Kut’ül Amare Zaferi: 6. Ordu’ya Mesaj

Zaferin ardından Halil Paşa, 6. Ordu’ya yayımladığı mesajda, şunları kaydetti:

“Orduma:

Arslanlar, bütün Osmanlılara şeref ve şan, İngilizlere kara meydan olan şu kızgın toprağın güneşli semasında şehitlerimizin ruhları sevinçle gülerek uçarken, ben de hepinizin pak alınlarından öperek cümlenizi tebrik ediyorum. Ordum gerek Kut karşısında ve gerekse Kut’u kurtarmaya gelen ordular karşısında 350 subay ve 10 bin erini şehit vermiştir. Fakat buna karşılık bugün Kut’ta 13 general, 481 subay ve 13 bin 300 er teslim alıyorum. Bu teslim aldığımız orduyu kurtarmaya gelen İngiliz kuvvetleri de 30 bin zayiat vererek geri dönmüşlerdir. Şu iki farka bakılınca, cihanı hayretlere düşürecek kadar büyük bir fark görülür. Tarih bu olayı yazmak için kelime bulmakta müşkülata uğrayacaktır. İşte ‘Osmanlı sebatının, İngiliz inadını kırdığı’ birinci zaferi Çanakkale’de, ikinci zaferi burada görüyoruz.

Bu zaferin en büyük şan ve şerefi, böyle bir vakayı İngiliz tarihinde ilk defa Türk süngüsünün kaydetmesindedir. 18. Kolordu’nun aslan yürekli erleri, Cenabıallah’a secdeye kapanalım. Bu akşam şehitlerimize Fatihalar, Tebarekeler, Yasinler okunsun. Gaziler birbirine sarılsın, birbirini tebrik etsinler. Ben de bugünkü Kut’ül Amare Bayramı vesilesiyle sizin pak ve yüksek alınlarınızdan kemali hürmet ve samimiyetle öperim.”

Halil Kut

Halil Kut Paşa ve askerlerinin bu zaferi, Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşı’nda kazandığı en büyük askeri başarılardan biri olarak tarih sayfalarına geçmiştir. Bu zafer, sadece askeri değil, aynı zamanda psikolojik bir üstünlük sağlayarak Osmanlı askerlerinin moralini yükseltmiştir.

Bu unutulmaz zaferin ardından Halil Kut Paşa, adını tarihe altın harflerle yazdırmış ve Türk milletinin gönlünde hak ettiği yeri almıştır. Kût’ül-Amâre Zaferi, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde elde ettiği nadir zaferlerden biri olarak, gelecek nesillere ilham kaynağı olmaya devam edecektir.

Sağlıcakla kalın!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir