Rüzgar, Roma lejyonlarının demir kalkanlarına çarpıyordu. Kan ve toprak kokusu havadaydı. Roma askerlerinin sert adımları, tutsak alınan kölelerin sessiz iniltileriyle birleşiyordu. Kalabalığın arasında, zincirlerin ağırlığını taşırken bile başını dimdik tutan bir adam vardı. M.Ö. 73 yılında özgürlüğü için yanıp tutuşan bir köle görüyoruz. Uzun boylu, kaslı, kuvvetli olan bu köle, toprakları üç kıtaya kadar uzanan Roma Cumhuriyeti’ni titretmekteydi. İşte bugün bu özgürlük hikayesine bakıyoruz. Gelin başlayalım.
Antik Roma
Antik Roma’yı sevmemin temel nedenlerinden biri bugün oluşturduğumuz hukuk, adalet, özgürlük ve cumhuriyet gibi kavramların temelini atması. Antik Roma’da tüm bu sistemleri aristokratlar yani soylular yönetiyordu. Devlet kendini ‘cumhuriyet’ olarak tanımlasa da fakir bir insanın başarı merdivenlerini teker teker çıkması mümkün değil.
Ve bence Roma’nın omurgasını köleler oluşturuyordu. Roma’nın görkemli yapıları – Kolezyum, yollar, su kemerleri – insanlığın en büyük başarılarından biri sayılır. Ama aynı zamanda, köle emeğinin ve adaletsizliğin izlerini taşır.
Spartaküs’ün mücadelesi, bu adaletsizliğe karşı yükselen bir çığlık olarak tarihe geçti. Romalılar savaştan aldıkları esirleri durumlarına göre köleliğe ayırıyorlardı. Durumlarına göre derken örneğin güçlü, kuvvetli, iri yapılıysanız gladyatör olmak için gladyatör okullarına gidiyordunuz. Bunun dışındakiler ise inşaatlarda, yol yapımında, ağır işlerde, tarlada çalıştırılıyordu.
Bir sonbahar gecesi Romalıların yaptıkları baskında uzun boylu ve kalıplı bir adam esir düşmüştü. Ona ilk bakanlar ‘bundan muazzam bir gladyatör olur’ diyordu. Ama onun aklında farklı planları vardı.
Özgürlük İnsan Ruhunun En Temel Arzusudur
Kimse bir köle olarak hayatını geçirmek istemez. Herkesin hayal ettiği bir gelecek vardır. Bir insanı tutsak ettiğinizde onun özgürlüğünü de elinden almış olursunuz. Özgürlüğü elinden alınmış bir insandan daha tehlikeli ne vardır? Bir insanın özgürlüğünü elinden aldığınızda, geriye sadece iki ihtimal kalır: Boyun eğmek ya da isyan etmek. Spartaküs ikinci yolu seçti.
Spartaküs’ün Trakyalı olduğu düşünülüyor. Romalılar onu kazandıkları bir savaş sonrası ganimet olarak alıyorlar ve gladyatör okuluna gönderiliyor. Bildiğiniz üzere gladyatörler Roma halkını eğlendirmek için tutulan köleler. Ve bu köleler, Roma halkının her canı sıkıldığında o can sıkıntısını gidermek için sahneye çıkıyordu. Bakın M.S 1. yüzyıla ait bir yazıtta bu gösteriler şöyle açıklanmış:
‘AEDİLİS AULUS’UN GLADYATÖR GRUBU 31 MAYIS’TA POMPEİ’DE DÖVÜŞECEKTİR. VAHŞİ HAYVANLARIN DÖVÜŞÜ DE YAPILACAKTIR. İZLEYİCİLERE GÖLGELİKLER DAĞITILACAKTIR.’
Roma halkı için gladyatör dövüşlerini bugünün futbolu gibi düşünebiliriz.
Spartaküs ise tutsak olarak tutulduğu gladyatör okulundan kaçmak için planlar yapıyordu. 70 kadar gladyatör ile birlikte kendi hazırladıkları yontma silahlar ve mutfaktan aldıkları bıçaklar ile birlikte harekete geçen bu küçük köle ordusu Roma’nın hiç beklemediği tehditti.
Ne demişti Aristoteles: ‘Onur, erdemin ödülüdür. Yani bir kişinin onuru, yaptığı eylemler ve sahip olduğu erdemle ölçülür.’
Lejyonlar ve Crassus
Roma başlangıçta Spartaküs isyanını küçümsedi. Birkaç lejyon göndererek bu isyanı durdurabileceğini sandı. Fakat dedik ya özgürlük, insan ruhunun en temel arzusudur. Bu zaferleri duyan köleler ve gönüllüler de bu orduya katılmaya başlayınca bir buçuk sene içinde Spartaküs’ün ordusu 70 bin kişiye dayanmıştı. Roma’nın o kadar yakınındaydı ki bu ordu Roma içindeki aristokratlar ve senato titremeye başlamıştı. Ve köle ordusunun zaferleri, Senato’yu harekete geçmeye zorladı.
Görev, Roma’nın en zengin adamlarından biri olan Marcus Crassus’a verildi. Crassus, disiplini yeniden sağlamak için sert önlemler aldı. Crassus, sadece servetiyle değil, disipliniyle de tanınırdı. Ordusunda korku ve itaat sağlamak için “desimasyon” adlı bir yöntem uyguladı.
Kaçan askerler, on kişilik gruplar halinde seçilir ve her gruptan bir kişi, kendi yoldaşları tarafından taş ve sopalarla öldürülürdü. Bu yöntem, orduyu adeta dehşetle yönetmenin bir aracıydı.
Spartaküs ve ordusu, Roma’nın gönderdiği tüm güçlere karşı büyük bir direnç gösterdi. Ancak Crassus’un acımasız disiplini ve Roma’nın tüm kaynaklarını bu mücadeleye yönlendirmesiyle isyan bastırıldı. Spartaküs, savaştığı gibi onurlu bir şekilde öldü. Cesedi asla bulunamadı. Ama onun adı, ölümsüz bir sembol olarak yaşamaya devam etti.
Bir İsyanın Ardından
Spartaküs’ün isyanı sona ermiş olabilir, ancak etkisi Roma’yı kökten değiştirdi. Bu mücadele, Cumhuriyet’in zayıflıklarını gözler önüne serdi ve Roma’yı bir imparatorluğa dönüştüren süreci hızlandırdı. Julius Caesar ve Augustus gibi liderler, Spartaküs’ün ardında bıraktığı boşluğu doldurdu. Ancak bu süreç, aynı zamanda Roma’nın çöküşünün de başlangıcı oldu.
Özgürlüğün Ebedi Sembolü
Bugün bile, Spartaküs’ün hikayesi bir kölenin zincirlerini kırarak tarihe yön verebileceğini hatırlatır. Onun liderliği, cesareti ve özgürlüğe olan sarsılmaz inancı, insanlık tarihinin en büyük ilham kaynaklarından biri olmuştur.
“Onur, erdemin ödülüdür.”
Aristoteles’in bu sözleri, Spartaküs’ün hayatını ve mirasını özetliyor. O, bir köle olarak zincirlenmişti. Ama bir lider ve bir sembol olarak ölümsüzleşti.
Spartaküs, bize şunu söylüyor: Adalet için verilen mücadele asla boşa gitmez. İnsanlık, o mücadeleden aldığı güçle daima ileriye gider.
Spartaküs’ün hikayesi hepimize şu soruyu sorduruyor: Bugün, özgürlük ve adalet için siz ne yapıyorsunuz?