Kategoriler
Kişisel Gelişim Tarih

İnsan Aklı Nasıl Keşfetti?

Çok basit bir şeyin bile nasıl meydana geldiğini düşündünüz mü hiç? Ya da bu evrenin ne tür olaylar sonucunda oluştuğunu? İnsanın nasıl meydana geldiğini?

İnsanın merakı bir başladı mı asla durmak bilmez. İşte benim de yıllardır merak ettiğim sorulardan birisi olan ‘’İnsan aklı nasıl keşfetti?’’ sorusuna cevap aramaya çalışacağız bugün. Cevap ararken her zaman olduğu gibi bilime başvuracağız. Eğer hazırsanız insanın aklı keşfetme yolculuğuna birlikte çıkalım…

Bahsettiğimiz bu merak meselesi aslında bugün medeniyetimizin temelini oluşturan en temel unsur. Günümüz bilimini bir göle benzetirsek, bu göle her medeniyetin kendince bir dere, çay ya da ırmak niteliğinde katkı sağladığını düşünebiliriz. Şöyle bir geriye gidip baktığımız zaman en ilkel topluluk ve kabileler bile bu dünyaya ve dünyada olan bitene anlam kazandırmaya çalışmış.

Antik Bir Şehirde Doğan Merak

Milet, İyon uygarlığının en önemli şehirlerinden biriydi. Ege kıyılarında, Akdeniz ticaret yollarının kavşağında yer alan bir liman şehri olarak deniz ticaretiyle zenginleşmiş ve özgür düşüncenin filizlendiği bir merkez haline gelmişti. Bu bereketli ortamda, felsefe ve bilimin ilk tohumları atıldı.

Milet’te yaşayan Thales, meraklı bir ruha sahipti. Evrenin nasıl işlediğini sorguluyor, her şeyin kökenini merak ediyordu. Thales’in öğrencisi Anaksimandros’da, ustasının izinden giden bilge bir adamdı. İşte bu ikili Milet’te, Milet Okulu’nun kurucuları olarak adlandırılabilir.

Thales ve Anaksimandros’un fikirleri, sadece kendi dönemlerinde değil, gelecek nesiller üzerinde de büyük bir etkiye sahip oldu. Sokrates, Platon ve Aristoteles gibi felsefe devleri, Milet Okulu’nun temelleri üzerine kendi felsefi sistemlerini kurdular.

Gelin bu hikayeyi Celal Şengör’ün ağzından dinleyelim:

”Thales, bilgeliğiyle ünlenmiş bir adamdı. Uzak diyarlara seyahat etmeyi ve yeni bilgiler edinmeyi severdi. Bir gün Mısır’a yaptığı bir seyahatte Nil Nehri’nin kıyısında ilginç bir manzarayla karşılaştı. Kadastrocular, tarlaların sınırlarını belirlemek için geometrik kurallar kullanıyorlardı. Thales, bu kuralların kaynağını merak etti ve sorgulamaya başladı.

Antik Mısır’da bu bilgiler, ustadan çırağa aktarılan bir zanaat gibiydi. Thales, benzer üçgenler ve Pisagor teoremi gibi basit geometrik kuralların varlığını keşfetti. Daha da önemlisi, bu kuralların ispatlanabilir kesin bilgiler olduğunu fark etti. Thales, bu sayede insan aklının, tanrıların yardımına ihtiyaç duymadan kesin bilgiye ulaşabileceğini görmüş oldu.

Heyecanla Miletos’a dönen Thales, keşfini arkadaşı Anaksimandros’a anlattı. İki bilge adam, doğa olaylarını da geometri gibi dinden bağımsız olarak anlayıp anlayamayacaklarını düşünmeye başladılar.

O dönemde insanlar, depremleri, fırtınaları ve hastalıkları tanrıların gazabına bağlardı. Thales ve Anaksimandros ise bu inanışa karşı çıkmaya başladılar. “Acaba” diyorlardı, “Şu içinde yaşadığımız dünyanın da geometri gibi akılcı bir açıklaması var mıdır?”.

Thales ve Anaksimandros’un bu sorusu, felsefe ve bilimin doğuşunun ilk kıvılcımıydı. Doğaya dair her şeyin tanrıların keyfi iradesine bağlı olmadığını, aksine evrenin işleyişinin akla ve mantığa dayalı bir düzene sahip olduğunu savundular. Bu düşünceler, insanlığın evren algısında devrim yaratarak, modern bilimin ve felsefenin temellerini attı.”

Thales ve Anaksimandros: Bilimsel Düşüncenin Doğuşu

Thales ve Anaksimandros, Milet şehrinin bilge beyinleriydi. Merak ve sorgulama ruhlarıyla, evrenin gizemlerini çözmeye çalışıyorlardı. Bir gün Thales, dünyanın nasıl var olduğunu düşünmeye başladı. Arkadaşı Anaksimandros’a fikrini sordu:

Thales: Sevgili dostum Anaksimandros, bence dünyamız bir büyük okyanusun ortasında yüzen bir disk şeklindedir. Bu dev okyanusta meydana gelen dalgaları bizler iç denizlerimizde fırtına olarak algılıyoruz. Bu dalgalar dünyamızı salladığında hissettiğimiz sarsıntı ise deprem oluyor.

Anaksimandros: Fakat sevgili Thales, üzerinde yaşadığımız Dünyamız taştan oluşmakta ve sen de biliyorsun ki taş ise suda yüzmez. Ama, hadi diyelim pomza taşı gibi dünyamızın altında suda yüzen bir taş tabakası var ve o dünyamızı yüzdürüyor. Peki, dünyamızı yüzdüren bu suyu ne tutmaktadır? Varsayalım ki onu da bulduk, peki onu tutan şey nedir? Dikkat edersen, senin önerin maalesef sorunu çözmüyor, sadece uzağa atıyor. Üzülerek belirtiyorum, bu bir çözüm değil dostum.

Boşlukta Asılı Bir Dünya

Thales: Peki Anaksimandros, senin bir önerin var mı?

Anaksimandros: Evet. Bence dünyamız boşlukta duruyor.

Thales: Neden?

Anaksimandros: Çünkü, dünyanın boşlukta oraya veya buraya gitmek için bir nedeni yok. Bence dünya, kâinatın her yanına eşit uzaklıkta, onun için kımıldamıyor.

Thales ve Anaksimandros arasındaki bu sohbet, felsefi görüşlerindeki farkı açıkça ortaya koyuyor. Thales, Dünya’nın su üzerinde bulunduğunu savunurken, Anaksimandros bu fikri mantıklı bir sorgulamayla çürütüyor.

Anaksimandros, Dünya’nın boşlukta asılı duran düz bir yüzeye sahip bir silindir olduğunu ve etrafında sis ile çevrili ateş halkalarının olduğunu öne sürüyor. Bu teori, 16. yüzyılda Kopernik’in modern astronomiyi kurmasına kadar birçok bilim insanı tarafından kabul görmüştür.

Bu sohbet, sadece Thales ve Anaksimandros arasındaki bir fikir alışverişinden öte, bilimsel düşüncenin ve eleştirel bakış açısının doğuşu olarak kabul edilir. Anaksimandros, ilk evrim teorisini geliştiren ve her şeyin başlangıcının “apreiron” adını verdiği bitmez ve tükenmez bir kaynak olduğunu savunan gerçek bir bilim insanıydı.

Yaptığımız ve okuduğumuz her bilimsel çalışma Thales ve Anaksimandros’a dayanmakta aslında.

Onlara ne kadar minnet duysak azdır…

Sağlıcakla ve bilimle kalın!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir